13 Mayıs 2010 Perşembe

Osmanlı Sanatı (Sanat Tarihi)


ERKEN DÖNEM OSMANLI SANATI


Anadolu'daki diğer beylikler gibi, Oğuz boylarından biri olan Osmanlı Türkmenleri, Selçuklularla birlikte Orta Asya'dan İran'a, oradan Anadolu'ya gelerek Ertuğrul Bey idaresinde Söğüt'e yerleşmişlerdir. 1299 yılında babası Ertuğrul beyin yerine geçen Osman Bey kurduğu devlete kendi adını vermiştir. Ondan sonra tahta geçen Orhan bey 1326 'da Bursa'yı ve 1331'de İznik'i almıştır. 1361'de I. Murat'ın Edirne'yi almasıyla Osmanlılar önce Bursa'yı sonra da Edirne'yi kendilerine başkent yapmışlardır.

Bursa'dan 5 yıl sonra Türklerin eline geçmesine rağmen ilk önemli Osmanlı yapıları İznik'te inşa edilmiştir. İznik Erken Osmanlı mimarisinin beşiği olmuştur.

İZNİK YEŞİL CAMİİ
İznik 'teki en eski yapı 1333 tarihli Hacı Özbek Cami'dir. Ancak 1378-1392 tarihli Yeşil Cami Osmanlı mimarisinin en önemli ve abidevi yapısı olmuştur. Mimari plan açısından Selçuklu geleneğinden doğan ve klasik Osmanlı mimarisine geçişi oluşturan yapı, adını tuğla minaresindeki yeşil, firuze, sarı ve mor renkli çinilerden almıştır. Bu çinilerdeki renk ve kompozisyonlar da Selçuklu geleneğindedir.


 

                                 İznik yeşil Camii minaresi       İznik Yeşil Camii


Ters T (┴) Planlı camiler


İznik yapılarında karşılaşılan yeni bir üslup Erken Osmanlı mimarisinin habercisidir. Bu “ters T” planlı, “zaviyeli” ya da “çok işlevli” camiler olarak adlandırılan plandır. Bu planda, ortada uzun bir dikdörtgen biçiminde asıl cami ve birer kapı ile buraya açılan dikdörtgen yan mekanları vardır.

Ters T (┴) plan tipinin cami mimarisindeki ilk gelişmiş örneği 1. Murat (Hüdâvendigâr)’ın Bursa-Çekirge’de 1366-1385 tarihleri arasında yaptırdığı Hüdâvendigâr Camii’dir.


BURSA HÜDÂVENDİGÂR CAMİİ
Yapı, iki katlıdır, üst kısmında bir medrese bulunur. Ortada yüksek bir kubbe ile buna bitişik bir eyvan yer alır. Bu eyvan, iki taraftan kendisini kuşatan ve destekleyen tonozlu eyvanlara bağlanır. Köşelerde tonozlu odalar, ortada giriş kubbesi, iki yanlarında da üst kata çıkışı sağlayan merdivenler vardır. Orta kubbe ve kıble, eyvanın çevresini boydan boya kuşatan tonozlu koridor, sadece mihrap üstündeki küçük kubbeli mekandan bir pencere ile camiye açılır.











BURSA YILDIRIM CAMİİ

1390-95 yılları arasında Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmış olan cami, tamamiyle taştan inşa edilmiş her çeşit dekordan sıyrılmış ve sade bir mimari üslup gösterir. Orjinal bir son cemaat yerine sahip olmakla birlikte
Ters T” plan tipinin en olgun örneğidir. ( Busa Yeşil Cami ve Edirne Muradiye Cami’de aynı plan şemasındadır.)




Bursa Yıldırım Camii


Bursa Yıldırım Camii, son cemaat yeri











Çok Kubbeli Camiler

BURSA ULU CAMİİ

-1396-1400 arasında Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılır.

-Çok kubbeli camilerin en klasik ve abidevi yapısını ortaya koyar.
-Tek mekandan oluşur. Çift minarelidir. Üç cephesinde üç kapı vardır.
-Kapılardan yöneliş direk ortadaki şadırvana doğrudur.
-Bursa Ulu Cami'den sonra Osmanlıda Balkanlardan Kahire'ye kadar çok sayıda eşit kubbeli camiler yapılmış ve yapımlarına 17.yy. sonlarına kadar devam edilmiştir.









Merkezi Kubbeli Camiler



EDİRNE ÜÇ ŞEREFELİ CAMİİ

-1437-1447 yılları arasında I.Murat tarafından yaptırılmıştır.
-Mimarının ismi bilinmemekle birlikte Konyalı olduğu düşünülmektedir.
-Yanlarında 6 gen payeler, giriş ve mihrap tarafında duvarlar boyunca uzanan sivri kemerler üzerine oturan 24.10m çapındaki kubbeli mekan yanlara doğru 10.5m çapındaki ikişer kubbe ile genişletilmiştir. Aradaki üçgen boşluklara mukarnas konsollarla birer küçük kubbe yerleştirilmiştir.
-Böyle bir plan şeması Türk sanatında ilk kez ortaya çıkmış ve büyük camiler için ideal mekan gerçekleştirilmiştir. Dıştan 24 köşeli kasnağa oturan orta kubbeyi destekleyen 8 payanda kemeri ilk kez bu yapıda uygulanmıştır.
-Şadırvanlı dikdörtgen avlu ile asıl ibadet mekanı da yine ilk kez Üç Şerefeli Cami’de bir bütünlük sağlamaktadır.

-Caminin ikisi avluda , biri asıl ibadet mekanında olmak üzere üç büyük kapısı vardır. Bunlar Selçukluların anıtsal portallerine benzemektedir.
-İlk defa dört minare ile bu yapıda karşılaşılmaktadır.
-Avlu pencerelerinin alınlıklarında bulunan lacivert ve beyaz renkli çiniler İznik Haliç işi seramiklerinin öncüsüdür.
-Yapının revak kubbelerinde orjinal kalem işleri kalmıştır. Bunlar, Bursa Yeşil ve Edirne Muradiye Camilerinden sonra üçüncü sırada gelen en eski örneklerdir.


































1453 yılında İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet otuz yıllık saltanatı zamanında başta İstanbul, Bursa ve Edirne olmak üzere, imparatorluğun çeşitli şehirlerinde 85'i kubbeli olmak üzere, 300 cami, 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, çeşitli saraylar, hisar, kale, sur ve köprüler yaptırmıştır.


İstanbul'un alınmasından sonra burada yapılan ilk camiler İznik, Bursa ve Edirne'de belirlenmiş plana uygun olarak zaviyeli şekilde yapılmıştır. Kimi camiler ise plan dışında cephe anlayışı açısından da Bursa mimarisini devam ettirmiştir.

Ancak fetihten sonra yapılan ilk camiler mimari kalite ve mekan etkisi açısından Bursa ve Edirne camilerine benzememiştir. Bununla birlikte Fatih döneminde yavaş yavaş yeni bir üslubun gelişmeye başladığı görülmektedir. Göze çarpan ilk ve önemli yenilik, yarım kubbe probleminin ele alınışıdır. Yarım kubbenin çok büyük şekilde yapılması ilk olarak İstanbul Fatih Cami ile başlamıştır. 26m. çapındaki büyük kubbeli mekanın güney tarafına bir yarım kubbeli mekan ve yanlara üçer tane küçük kubbeli mekan eklenmiştir. Böylece ana mekan genişletilmeye çalışılmıştır.

FATİH CAMİİ

-Cami, Fatih külliyesinin merkezinde yer almaktadır. Külliye 1462-1470 arasında tamamlanmıştır.

-Osmanlılarda büyük ve toplu mekan yaratma hamlesinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.
-Revaklı avlu Edirne Üç Şerefeli Cami’den sonra Fatih Cami’nde artık tam oranlarını bulmuş, klasik bir örnek haline gelmiştir.










   






KLASİK DÖNEM OSMANLI SANATI


Mimar Sinan Dönemi


Mimar Sinan 'ın mimari gelişimi onun üç yapısı ile belirlenmektedir. Bunlar;
-İstanbul Şehzade Cami
-İstanbul Süleymaniye Cami
-Edirne Selimiye Cami 'dir.
Sinan bu üç yapısını kendi deyimiyle çıraklık, kalfalık ve ustalık olarak adlandırmıştır.

Şehzade Camii


1544 yılında Sinan 54 yaşında iken, çıraklık eserim dediği Şehzade Cami’nin yapımına başlar ve 4 yılda tamamlanır. Mimar Sinan, yarım kubbe problemini ilk olarak bu camide ele alır ve Bayezıd Cami ile Ayasofya'yı aşarak, 4 yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirerek, Rönesans mimarlarının gerçekleştiremediği bir başarı elde eder. 19m çapındaki ana kubbeli mekan 4 yarım kubbeli ve köşelerde birer küçük kubbeli mekanlarla çevrilmiştir. İstanbul'da ilk defa Ayasofya'nın yarım kubbe sistemi değişik bir mimari üslupla yeniden değerlendirilmiştir.Yapıda Sinan'ın mimari detaylarda ve minarelerde çok fazla süs elemanlarına yer verdiği görülürken, sonraları sade bir mimari üslubu tercih ettiği izlenecektir.


























 












Süleymaniye Camii


Cami 1557 yılında tamamlanmıştır. Süleymaniye Külliyesi içinde yer alır. Haliç'e bakan tepenin üstünde kurulan külliye Fatih külliyesinden sonra II. büyük üniversite olarak kurulur ve 18 yapıdan meydana gelen büyük bir külliyedir.Caminin ana kubbesi 26.5m çapında ve 53m yüksekliğindedir. İstanbul'da o zamana kadar Ayasofya'dan sonra gelen en büyük kubbedir. Yapının dış görünüşü iç mekanın tüm ayrıntılarını yansıtır. Harim ve revaklı avlu olmak üzere iki bölümden oluşur. Harimde ortada kubbeli bir mekanın kuzeyinde ve güneyinde yarım kubbeli mekanlar yer alır. Yarım kubbelerin yanlarında çeyrek kubbeler vardır. Kubbeli mekanın iki yanında ise 5’er küçük kubbeli mekan bulunur. Kuzeyde ise kubbelerle örtülü revaklı avlu yer alır.





   


Selimiye Camii
Cami Sinan'ın o güne kadarki denemeleri, yenilikleri toplu olarak ele aldığı bir yapıdır. Sinan Selimiye’ yi 1569-1574 yılları arasında 5 yılda tamamlar. O sırada 80 yaşındadır o güne kadar yüzlerce yapı yapmıştır ve cami için ustalık eserim der.Ayasofya ilk defa bu cami ile aşılır ve kubbe çapı 31.5m. ye ulaşır. Ayasofya'nın kubbe çapı ise 30.9m. dir. Üç Şerefeli Cami'de minareler kubbeli mekanın yanında yer alıyordu ve kalın adeta kule şeklindeydi. Oysa Selimiye’ de minareler daha ince şekilde ele alınmış ve 4 tanedir.Selimiye yalnızca yapısal kuruluş ve plan açısından değil, tek parça halindeki taş minberi, ince taş işçiliği ve süsleme programı açısından da benzerlerinden çok üstündür .Yapıda alt kat pencerelerinin alınlıkları çini kaplıdır. Mihrap duvarındaki büyük çini panolar renk ve kompozisyon açısından üst düzeydedir. Kubbe içleri tamamen kalem işi bezemelidir.Şadırvanı ile revaklı avlusu uyumu Türk mimarisindeki en ideal şekildedir.Yapının en önemli özelliklerinden biri dıştan okunabilirliktir. İçteki her bir eleman yapı dışından çok rahat görülebilmektedir. Ayrıca Sinan'ın en önemli özelliklerinden biri de yaptığı yapıların süsleme elemanları ve programı ile de bizzat kendisinin ilgilenmesidir. O’nun yapılarındaki hiç bir süs elemanı yalnızca süsleme amacıyla yapılmamıştır. Mimari plan ile süsleme elemanları arasında bir uyum ve ilişki vardır.












 




         









































































Yeni Camii


İstanbul Eminönü’nde bulunan cami 1597 yılında yapılmıştır. İlk mimarı, dönemin mimarbaşı olan Davud Ağa’dır. Tamamlanması ise XVII. Yüzyılda hassa mimarlarından Mustafa Ağa gerçekleştirmiştir.Hünkar kasrı, türbe, mektep, sebil ve çarşı gibi yapılarla beraber, külliye oluşturacak şekilde inşa edilmiştir.Temel planını, Sultanahmet Camii’nden almıştır. Ancak boyutları daha yüksektir.Burada, Sultanahmet’in kubbe düzeni değiştirilmiştir. Diğer camilerinkinden daha sivri olan kubbe, 36m yükseklikte ve 17.50 m. çapındadır. Yarım kubbeler, ana kubbeden oldukça aşağıya yerleştirilmiş durumdadır. Kubbeyi taşıyan dört paye, dıştan sekizgen planlı, dilimli ağırlık kuleleri ile daha bir belirgin kılınmıştır. Üçer şerefeli iki minaresi vardır. Kare şadırvanlı avlusu bulunan cami, çok zengin çinilere sahiptir.



GEÇ DÖNEM OSMANLI SANATI
Bu dönem Osmanlı sanatında, Avrupa etkisi dikkat çekici boyuttadır. XVIII. Ve XIX. Yüzyıllar, Avrupa’nın, Osmanlı Devleti üzerinde giderek etkinlik kazandığı yüzyıllardır. Avrupa’nın bu etkisi yalnız siyasi ve ekonomik alanlarda kalmaz, geleneksel Türk sanatına da yansır. Osmanlı imparatorluğunun eski gücünün kalmadığı bu çağda özellikle Fransa ile kurulan ilişkiler Osmanlı sanatının farklı özellikler kazanmasına neden olur. Osmanlı sanatı bu geç döneminde belirli evrelere ayrılır:



1-Lale Devri (1718-1730)

2-Türk Barok ve Rokoko Üslubu (1730-1808)

3-Ampir Üslup (1808-1874)

4-Neoklasik Dönem (1874-1930)


1-Lale Devri (1718-1730)


Bilindiği gibi bu dönemde Osmanlı devleti Avrupa kültürüne açılmaya başlamıştır. Matbaa gibi önemli araçlar Osmanlı ülkesine getirilmiştir. Devrin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa başta olmak üzere, saray çevresi ve zenginler, gösterişli ev, köşk, çeşme gibi yapılar inşa ettirmiştir. Bu eserlerin çoğu Avrupa’dan getirilen mimarlar tarafından gerçekleştirilmiştir.

Lale Devri, Türk mimarisinin klasik çizgilerden uzaklaşarak batı üslubuna geçtiği dönem olarak kabul edilebilir. Mekan kaygısı yerini devrin anlayışına uygun olarak daha ziyade dekorasyon kaygısına bırakmıştır. Özellikle sebiller ve çeşmeler devrin önemli yapılarıdır. 1729 tarihli Sultan Ahmet Çeşmesi ile Galata’da Bereketzade Çeşmesi Lale devrinin karakteristik eserleridir.

Topkapı Sarayı’ndaki III.Ahmet Yemiş Odası, Lale Devri’nin önemli eserleri arasında yer alır. Ayrıca 1720 tarihli İbrahim Paşa Külliyesi bu dönemin bir diğer tanınmış eseridir. Özellikle Kağıthane ve Boğaziçi’nde yapılan Sadabat, Hüsrevabat, Kasrıcihan ve Ferhatabat gibi Fransız saray ve bahçelerine benzer planlarda yapılan köşkler ve kasırlar yapılmıştır ancak bu köşk ve kasırlar 1730 yılında lale devrinin sonunu getiren Patrona Halil İsyanı esnasında yakılıp yıkılmış ve günümüze gelememiştir.

2-Türk Barok ve Rokoko Devri


Avrupa’da Rönesans’tan sonra ortaya çıkan Rokoko ve Barok üsluplar, Türk mimarisini de etkilemiştir. Bu dönemde mimaride klasik çizgilerden giderek uzaklaşıldığı, Avrupa etkilerinin yoğunlaştığı, süsleme ögelerinin belirmeye başladığı görülür. Geleneksel Türk sanatının bezeme teknikleri terkedilir. Sütunlar giderek incelir, başlıklarda kasnak yerine baroğun kıvrımlı yaprakları ve deniz tarağı şeklindeki bezemeleri ortaya çıkar. Duvarlarda ise, çini kaplama, yerini fresklere bırakır. İstanbul’da Nuruosmaniye Camii, Beylerbeyi Camii, Eyüp Camii, Ayazma Camii, Yozgat Capanoğlu Camii, Gülşehir Karavezir Camii, bu üslubun önemli örnekleri arasında yer alır.


Nuruosmaniye Camii

1745-1755 yılları arasında aynı adla anılan külliyenin içinde yapılmıştır. Yapının ana mekanı tek kubbelidir. Son cemaat yeri ve avlusu on dört kubbeden oluşur. Ana kubbe, 25.75 m. Çapındadır. İki yanda, şerefeli minareler yükselir. Süslemede kullanılan dalgalı yay kemerler, deniz kabukları, akant yaprakların oldukça abartılı işlendiği görülür.

























3-Ampir Üslup Dönemi

Fransa’da Napeloeon (Napolyon) zamanında beliren ve gelişen bu üslubun, Osmanlı sanatına II.Mahmud döneminde girdiği biliniyor. Türk Ampir üslubu, Fransa, Almanya ve Rusya’daki Ampir üsluplardan oldukça farklı bir karaktere sahiptir. Avrupa ampirinde yer alan, üsluplaşmış hayvan ve insan figürleri Türk ampir üslubunda görülmez. Türk ampirinde bu figürler yerine çiçek ve yaprak gibi bitki motifleri tercih edilir.

Sultan II.Mahmud’un türbesinde görüleceği gibi, söz konusu üslubun başlıca özelliğini, gömme düz yarım sütunlar, daire kavisi pencereler ve palmetlerle bezeli başlıklar oluşturur.

II.Mahmut Türbesi, Alay Köşkü, Nusretiye Camii, bugün başbakanlık arşivi olan Cevri Kalfa Mektebi, Ortaköy Camii, Dolmabahçe Camii, Esad Efendi Kütüphanesi ampir üslubunda yapılan önemli eserler arasındadır.

Dolmabahçe Camii


Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır. Denizin hemen kenarında, büyükçe bir avluya inşa edilmiştir. Dört kapılı bir duvarla çevrilen avlunun kapılarından birinde 4 beyitlik manzum bir kitabe bulunur. Mimarı, Karabet Amira Balyan olan cami, tek kubbelidir, iki minaresi vardır. Caminin önünde bir de hünkâr kasrı yer alır. Caminin süslemeleri yağlıboya kalem işleri ve nakışlarla gerçekleştirilmiştir.Mihrap ve minberi ise Avrupa tarzı motiflerle bezenmiştir. Bu yapıda klasik Türk mimarisinin ögeleri, Avrupa mimari ögeleri ile birlikte kullanılmıştır.






















































Nusretiye Camii


II.Mahmud tarafından 1822-1826 yıllarında yaptırılmıştır. Ampir üslubun güzel örneklerinden biri olan cami büyük ölçüde batı mimarisinin etkisindedir. Caminin sol tarafına avlu yapılmıştır. Dikdörtgen plân üzerine yapılan caminin avlusunda zarif bir şadırvan ve sebil bulunur. Caminin iki minaresi son derece zarif bir şekilde sağ tarafta avlunun içine yerleştirilmiştir. Çini ve beyaz mermer süsleme de bolca kullanılmış iki malzemedir.
























































 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ortaköy Camii

Mimar Mahmut Ağa tarafından yapıldığı bilinen cami, zamanla harap olmuş ve 1721 yılında yeniden yaptırılmıştır. Ancak u camide uzun ömürlü olmamış, yüzyıldan daha az bir zamanda yeniden harabeye dönmüştür. Bugünkü Ortaköy Camii, 1853 yılında Sultan Abdülmecit tarafından eski camilerin yerine tekrar inşa ettirilmiştir. Mimarı Nigoğos Balyan’dır. Caminin içinde yer alan Allah, Hz.Muhammed ve Dört Halifeadları bizzat Sultan Abdülmecit tarafından yazılmıştır. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.

Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, minber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.

 


 







4-Neoklasik Dönem

Avrupa’dan Osmanlı Sanatına giren söz konusu yabancı sanat akımları ve üsluplarına tepki olarak doğmuş bir tarzdır. Klasik Türk Sanatına dönüşü ve mimaride geleneksel çizgileri sürdürmeyi amaçlar. Mimar Kemalettin Bey tarafından yapılan Bostancı Camii ve Vakıf Hanları ile Mimar Vedat Bey’in ina ettiği postane ve Defter-i Hakani örneklerinde olduğu gibi, klasik üslubun sivrikemerleri, mukarnaslı sütunları ve öteki unsurları kullanımış, böylece yeni ihtiyaçlara cevap veren bir milli mimari tarzı ortaya konmaya çalışılmıştır. Daha doğrusu, Klasik Osmanlı mimarisine duyulan özlem, geleneksel çizgileri yeniden görülür kılmıştır.